İlk çağlardan günümüze kadar uzanan süre boyunca insan, çevresinde olup bitenleri öğrenmek ve kendi yaşadıklarını diğerlerine aktarmak ihtiyacı içinde olmuştur. Toplumun bir bireyi olan insan, daima kendi başına gelenleri başkalarına duyurmak, bunlar üzerinde düşünmek ve düşündüklerini de başkalarına iletmek gereksinimi duymuştur. İşte bu ihtiyaç; yani yaşanan anda olup bitenleri öğrenmeye yönelik doğal merak, haberleşme eylemini yaratmıştır. Zaman içerisinde haberleşme araçlarında telgrafla başlayan gelişme süreci telefon, telsiz, haberleşme uyduları, bilgisayar ve son olarak da internetle devam etmektedir. Bu yazıda, bu en doğal insani ve toplumsal dürtü olan haberleşme biçiminin teknolojinin yardımıyla günümüzde geldiği noktayı ve hayatımıza etkilerini ele alacağım.
Hepiniz bilirsiniz, matbaanın icadının tarih sahnesinde apayrı bir yeri vardır. Matbaanın icadı, hem basın-yayın, hem de uygarlık tarihi bakımından tarihte çok önemli bir yere sahiptir. Böylece siyasal ve sosyal alanda yeni bir dönem başlamıştır. Toplumların aydınlanması, bilim ve sanat eserlerinin tüm dünyaya yayılması matbaa sayesinde gerçekleşmiştir.
Bugün artık çağımız bilgi çağı, teknolojimiz bilgi teknolojisi ve bana göre internetin keşfedildiği andan itibaren matbaanın icadı ile büyük bir benzerliği var, o da iletişim ve haberleşme eylemi üzerinde yarattığı büyük değişimdir ve hatta devrimdir.
Yaşadığımız çağda internet, gündelik yaşantımızda içinde yer aldığımız sosyal ortamlardan biri haline geldi. Dünya küçüldü, sınırlar ortadan kalktı. Ancak, sanal ortamda ortadan kalkan bu sınırlar, diğer yandan kişisel hak ve özgürlüklerin de tehdit altına girmesine neden oldu. Çünkü bilgi çağında bilgi, akıl almaz bir hızla yayılmaya başladı. Sınırların söz konusu olmadığı sanal platformlarda özel hayatın gizliliği ilkesi de sıkça ihlal edilir oldu. İnternet ortamında yaptığımız hemen her şey izleniyor artık. Hangi sinemadan bilet aldığımız, hangi restorandan yemek sipariş ettiğimiz, hangi sitelerden alışveriş yaptığımız, hepsi, evet hepsi…
Bundan birkaç hafta önce internette bizi takip eden reklamlar konulu bir yazı okumuştum. Söz konusu yazıyı yazan kişi internet üzerinde bir ayakkabı mağazasından alışveriş yapmak üzere iken son dakikada vazgeçiyor ve işleme son veriyor. Ancak kısa bir süre sonra fark ediyor ki almaktan vazgeçtiği ayakkabı markası internette birçok defalar karşısına çıkıyor. Örneğin girdiği herhangi bir sitede bu markanın bannerıyla karşılaşıyor, başka bir sitede ürünün indirim haberini görüyor, hatta “bir daha düşünün” ifadesi ile karşılaşıyor. Bir süre sonra da haliyle sinirleri bozulmaya başlıyor. İşte tam bu sırada bannerlardan birinin köşesinde küçücük bir işaret görüyor ve ona tıklıyor. Tıkladığı sayfa açıldığında bir davranışsal hedefleme sistemi içerisine alınmış olduğunu fark ediyor. Bu örnek bize hem internet teknolojisinin elinin uzanabildiği yerler hakkında fikir veriyor hem de tarayıcımızı açıp siteler arasında gezinirken aslında yalnız olmadığımızı, şu veya bu şekilde sürekli takip edildiğimizi kanıtlıyor.
Tam bu anda akla şu soru geliyor. Aslında son derece savunmasız ve zarar görmeye müsait olduğumuz bu sanal platformlarda kişisel haklarımız, güvenliğimiz, özel hayatımız nasıl korunma altına alınacak? Bunun için gerekli yasalar var mı, hukuk sistemimiz bu yeni iletişim sisteminin hem artılarına hem de eksilerine karşı hazırlıklı mı?
Farkında mısınız bilmem, her gün e-postalarımıza, cep telefonlarımıza çeşitli bankalardan, mağazalardan, üye olduğumuz kurumlardan ya da internet sitesini ziyaret ettiğimiz bir markadan yerli yersiz birçok mesaj geliyor çünkü bu kuruluşların hepsi bir şekilde bizim rızamızla veya değil, bize ait özel bilgileri ellerinde bulunduruyorlar. İşin korkutucu boyutuna gelince, kayıt altına alınmış bu bilgiler nasıl ve hangi merciler tarafından korunmalı, bunun hukuken bir cevabı yok.
Öte yandan blogunuz, internet siteniz, son dönemde sıkça karşılaştığımız siber saldırıların hedefi olduğu zaman, hele hele kurumsal bir firma olarak mağdur durumdaysanız, bu konudaki kanuni düzenlemeler maalesef yetersiz. Şu ana kadar sevindirici tek gelişme Avrupa Konseyi Siber Suçlar Sözleşmesi’nin hükümetimiz tarafından imzalanmış olması ki bu sayede sitelere, sistemlere, verilere yasadışı erişim ve zarar verme gibi siber suçlara yönelik küresel işbirliğinin önü açılmış oluyor.
2009 yılında sosyal ağlar üzerinde yapılan bir araştırma istenmeyen reklam amaçlı mesajlar, virüs ve zararlı yazılımların % 70 gibi önemli bir oranda arttığını göstermiş. 2010 yılında yapılan bir tüketici araştırması, sosyal ağları kullanan her 100 kişiden 25 inin ilgili sitelere ait gizlilik ayarlarını kullanmadığı ya da bu ayarların farkında olmadığını göstermiş. Buna ek olarak sosyal ağları kullanan her 100 kişiden 9 u geçtiğimiz son birkaç yıl içerisinde ya bilgi hırsızlığına ya da buna benzer kötü niyetli siber girişimlere maruz kalmış.
Bütün bu olumsuz tabloya rağmen bizler internet üzerinde, sosyal ağlarda kendimizle ilgili özel bilgileri paylaşmaya devam ediyoruz. Bu çelişkili durum, şimdi düşünüyorum da bir tür “cahil cesareti” nin belirtisi mi acaba? Aslında nasıl ve ne boyutta bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzun bilincinde olmamanın getirdiği rahatlıktan mı kaynaklanıyor?
Üstelik şu da mümkün; bugün Facebook, Twitter gibi sosyal ağlarda paylaştığımız bilgilerin ileride yıllar sonra, hiç de arzu etmediğimiz bir ortam ve zamanda açığa çıkıp, iş hayatımıza, cemiyet hayatımıza olumsuz etkide bulunması da ihtimal dahilinde bulunuyor. Hatta şimdiden Facebook’taki paylaşımları nedeniyle işinden olanlara ait haberleri duymaya başladık bile… Bu nedenle şunu akıldan çıkarmamakta fayda var. Hali hazırda bir kanuni düzenleme mevcut olmadığından, internette ve sosyal platformlarda yayınladığımız, paylaştığımız kişisel bilgilerin emniyeti tamamen bizim sorumluluğumuzda. Oysa çoğumuz bu konuda ya yeteri kadar bilinçli değiliz ya da bu konuyu önemsemiyoruz. Bu tavrımız da sosyal ağların ekmeğine bir anlamda yağ sürüyor.
O halde ne yapmalı?
Öncelikle üye olduğumuz sosyal medya platformlarındaki gizlilik ayarlarını dikkatlice incelemeli ve seçimlerimizi bu doğrultuda bilinçli olarak yapmalıyız. Bu denetim, en azından bu platformlarda paylaştığımız içeriklerin arşivlenmesini ve yarın bir arama motoru vasıtasıyla kolayca ulaşılabilir hale gelmesini önleyecektir. Bunun yanında, periyodik olarak bu gizlilik ayarlarının değişikliğe uğrayıp uğramadığını takip etmekte yarar var. Çünkü şimdiye dek görüldüğü kadarıyla biz kullanıcıların kişisel bilgilerinin güvenliği konusu Facebook vb. platformları fazla ilgilendirmiyor, ilk fırsatta herhangi bir bilgilendirme yapmaksızın ayarlar üzerinde rahatça değişikliğe gidebiliyorlar.
Paylaşılan içeriklerin, yorumların, fotoğrafların temelde tüm internet ortamına açık olduğunu unutmamak gerek.
Ve en önemlisi, birçoğumuz belli başlı sosyal ağlarda gerçek isim ve soy isimlerimizle bulunuyoruz. Bu nedenle, bugün değilse bile belki 10 ya da 20 yıl sonra, bugün yaptığımız paylaşımlara dair kayıtlar yeniden karşımıza çıktığında bu kayıtlardan kendimizi soyutlamak mümkün olmayabilir, zamanla düşünce yapımız değişmiş olacağından bu bilgilerin mevcudiyetinden hoşnut olmayabiliriz.
İşte, en doğal insani gereksinim olan iletişim ve haberleşme olgusunu içeren günümüze dair tablo budur. Bu yazının konusu, gündeminde bulunan fikir ve gözlemlerin, doğrudan kişilerin hak ve özgürlüklerine yönelik önemli uyarılar içermesi nedeniyle bana göre son derece önemli ve derinleşmeye müsait. Ancak şimdilik burada noktalıyorum. Haberleşme araçlarının çağımızdaki tepe noktası internet, geçirdiği evrim sonucu sosyal medya platformlarını meydana getirdi. Bu olguyu yadsımak, yok saymak, onsuz bir gündelik hayat sürdürmek bugün itibariyle pek mümkün görünmüyor. O halde hepimiz bununla bilinçli olarak yaşamayı, gelecekte yüz yüze gelebileceğimiz muhtemel etkilerinden kendimizi korumak için gerekli tedbirleri almayı öğrenmeliyiz.
Son olarak, eğer bu yazıyı buraya kadar okuma sabrını gösterebildiyseniz, teşekkürler.