Social Media Week’in ikinci gününde “Mobil Sosyal Ağlarda Kullanıcı Deneyimi” isimli panelin ardından konuşmacılardan Özgürol Öztürk ile görüştük. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak akademik kariyerini sürdüren Özgürol Hoca’nın teknolojik arabirimler ve ergonomi üzerine fikirlerini aldık.
Kenan Bölükbaşı: Söyleşi sırasında mobil cihazlar için geliştirilen projelerde arayüz kullanılabilirliğinin henüz olgunlaşmadığına değindiniz. Sizce kullanıcıların kemikleşmiş alışkanlıkları buna engel teşkil ediyor olabilir mi?
Özgürol Öztürk: Kullanıcıların çok küçük bir yüzdesi yeni teknolojilere hemen adapte olmaya ve başarılı bulduğu ürünü yaymaya çalışır. Fakat burada yapılması gereken uygulama geliştiricilerinin proje üretirken bu durumu göz önünde bulundurması. Bir takım uygulamalar Apple firmasının uygulama kuralları çerçevesinde geliştiriliyor, fakat etkileşime yönelik birçok tasarım kriteri göz ardı ediliyor.
K.B.: Dünyada mobil cihaz üreticisi firmaların aldığı ve tekelleşmeye yol açabilecek her türlü karara o cihazlara aplikasyon geliştiren kesimin dahi reaksiyonunu çok hızlı görebiliyoruz. Sizce bizde durum nasıl?
Ö.Ö.: Büyük ölçekli teknoloji firmalarının tekelleşme çabası kullanıcı olarak baktığımda da aynı oranda büyük bir tehlike aslında. Çünkü her cihaz farklı bir deneyim sunuyor ve o deneyimi sıfırdan öğrenmeyi gerektiriyor. Örneğin her firmanın farklı bir klavye tipine sahip olması her cihaz değiştirdiğimde bana sıkıntılar yaşatıyor, üstelik ben F klavye kullanıcısıyım. Bu durumda cihaz değiştirirken genellikle aynı cihazın daha yeni versiyonunu tercih etmek durumunda kalıyoruz. Onların ticari kaygıları kullanıcı olarak bizi sıkıştırıyor.
K.B.: Yaş gruplarıyla alakalı çalışmanıza değinelim. Önceden çoğu sosyal medya aracının ağırlıklı hedef kitlesi gençlerdi. Son zamanlarda daha farklı yaş grupları da bu platformlara giriş yapıyorlar ve aktif şekilde yer alıyorlar. Sizce bu süreç sırasında yeni kullanıcılar mı platformlara kendilerini adapte ediyorlar, yoksa platformlar mı yeni kullanıcılar için adaptasyona uğruyor?
Ö.Ö.: Aslında adaptasyon çift yönlü olmalı. Panelde kullanıcı çeşitliliği başlığı altında çok küçük bir bölümünü ele alıp benzer yaş gruplarından bahsettim. Ama kullanıcının yaş grubu değiştikçe aynı deneyimi alabilmesi için arayüzün de değişmesi gerekiyor. Örneğin daha üst yaş grubunda birinin kullanımını hedefliyorsanız uygulamanıza otomatik metin büyütme küçültme gibi fonksiyonları eklemelisiniz. Fakat ben bu saptamayı yapmamıştım çünkü ben Facebook kullanmaya başlamadan önce annem kullanıyordu.
K.B.: Sanırım genel olarak platformun kendisinden ziyade bu platformlarda olgunlaşmış jargonlar sıkıntı yaratıyor. Farklı yaş grupları aynı jargonu kullanmak yerine platformu kendi öngördükleri biçimde kullanmayı yeğliyor diyebilir miyiz?
Ö.Ö.: Tabii. Aslında ben de tam olarak adapte olduğumu söyleyemem. Bir fotoğrafın altına yazılan gülme/gülümseme anlamındaki farklı smiley’lerin bunları kullananlar açısından aralarında bir fark var mı? Bilmiyorum. Bu jargonu tasarımcılar da bilmiyor. Zaten o yüzden bu araştırmalara ihtiyacımız var.
K.B.: Şu an mobil cihazlarda kullanıcı arayüzlerinin henüz gelişim aşamasında olduğu ve birçok firmanın stratejisinin rakiplerinin ürünlerinde başarılı bulduğu özellikleri kendi sistemlerine uyarlamaktan ibaret olduğu görülüyor. Öte yandan PC ve dizüstü sistemlerde kullanıcı arayüzlerinin durumu ve geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ö.Ö.: Şöyle başlayalım. Bu sistemler en başından beri hiç doğru bulmadığım bir şekilde geliştiği için geldiği nokta da doğru bir nokta değil. Microsoft kendi ürünlerini yaygınlaştırdığı andan itibaren bir ergonomi problemiyle karşı karşıya olduğumuz ortadaydı. Ben yıllar önce bunu söylediğimde çok ciddi tepkiler aldım. Şimdi herkes aynısını söylüyor. Şu an yaygın olan tasarım “35 yaşında beyaz Amerikalı erkek” baz alınarak oluşturulmuş. Dolayısıyla beni kapsamıyor. Birçok insanı kapsamıyor ama ne yazık ki artık öğrenilmiş olan bu ve kendisi bir kültür haline gelmiş durumda. Temel alınan, 80’lerde Xerox’un oluşturduğu grafik kullanıcı arayüzünden çok da ileri gittiği söylenemez. Arayüzler çeşitli efektlerle süslendi ama ergonomik açıdan çok fazla adım atılamadı. Apple’ın MacOS ile bir adım önde olduğunu söyleyebiliriz bu konuda. Steve Jobs’un kurduğu yapı temel alınarak inşa edilmiş bir arayüzü var. Şimdilik çok ciddi ilerlemeler olmasa da gelecekte bu adımların atılabileceğini tahmin ediyorum.
K.B.: Ben hem yazı tabanlı hem de grafik arayüzleri sıkça kullanan biri olarak halen bazı durumlarda yazı tabanlı arayüzü daha avantajlı buluyorum. Eminim benzer düşünen birçok kişi vardır. Özellikle Linux kullanıcıları. Sizce çoğunluğun modası geçmiş bulduğu bu tarz araçlar tekrar araştırılmaya değer mi?
Ö.Ö.: Tabii. Etkin kullanan kişiler için birçok araç yaygın alternatiflerine oranla daha ergonomik. Fakat bu araçların öğretilmesi nispeten daha zor. Linux ve Android ile ilgili en büyük problemimiz geliştiriciler tarafından çok iyi kullanılıp öneriliyorken son kullanıcı açısından durumun farklı oluşu. Bizim geliştiriciler olarak son kullanıcıyı ikna etmemiz ya da onun kullanabileceği alternatifleri yaratmamız gerekiyor. Bana sorarsanız ben elbette özgür yazılımı destekliyorum. Fakat bunu anneme öğretemiyorum. Belki de sadece tasarımda değil, mantıksal hiyerarşide de bir farklılaşmaya ihtiyaç var.
K.B.: Arayüzler ve özellikle mobil cihazların kullanılabilirliğine değindik. Peki klavye/fare gibi alışkın olduğumuz etkileşim cihazlarının geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ö.Ö.: Genel kullanıcı kitlesine yönelik bir değişim olur mu bilmiyorum. Ama temelde ergonomik açıdan kötü tasarlanmış kullanım alışkanlıkları bir kültür oluşturdu ve tasarım kriterleri haline geldi. Kullanıcıların alışkanlıklarını değiştirirken aynı zamanda onlara farklı şeyler sunmuyorsanız yenilikler genellikle tutmuyor. Tek elle kullanılan klavye ve benzeri cihazlar genel kullanıcıda yansıma bulamasa da handikaplı gruplar dediğimiz engelliler tarafında hemen kabul edilebilir hale geldi ve kullanımları arttı. Biraz bekleyip görmek lazım.
K.B.: Türk girişimciler için bir soru soralım. Sektöre girmek isteyen girişimciler sizce projelerinde küçük adımlarla başlayıp önce yerel pazara mı yoğunlaşmalı yoksa büyük oynayıp global pazarı mı hedeflemeli?
Ö.Ö.: Yerel pazarlar da artık çok küçük değiller. Panelde çok ciddi rakamlardan bahsedildi ve geliştiricilerin ticari beklentileri çok yüksek. Beni de “bir uygulama yapsam, 1 dolara satsam, 1 milyon kişi indirse” gibi hesaplar yapmaya itti dinlerken. Artık çok fazla yerel uygulamanın kaldığını da düşünmüyorum. Belki dil tercihlerinden dolayı yerel kalmış uygulamalardan bahsedebiliriz ama onun dışında artık bu ayrım pek yok gibi. Burada asıl sorun tabii ki bir ihtiyaca cevap verebilmek ve bunu doğru zamanda yapmak.
K.B.: Son olarak, eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Ö.Ö.: İlk sorduğunuz soruya cevaben bir şey ekleyebilirim. Proje geliştirenler şu konuya dikkat etmeliler: Bizler kullanılabilirlik çalışmalarını sadece son aşamada kullanıcı deneyimi ve arayüz üzerinden yapmıyoruz. Bunlar tek başına yeterince doğru sonuç vermiyor. Kullanılabilirlik testlerini projenin fikir aşamasından başlayarak bütün proje sürecinde tekrar tekrar yaparsak istediğimiz sonuçları alabiliyoruz. Bir de şunu eklemek istiyorum: Sosyal medya para değildir, sosyal bir tarafı da vardır.