Geçen hafta sonu ailemizin tüm üyelerinin noksansız mevcut olduğu evdeki pazar kahvaltımız esnasında öyle bir konuşma geçti ki, teknoloji kaynaklı kuşak farkı dedikleri olgunun tarihe karışmak üzere olduğunu anladım. 70’ine yaklaşan annemden şöyle bir cümle duydum: “Kızım şu Facebook’a giriver de Tülin Teyzenlerin yılbaşında çektirdikleri fotoğraflara bakalım” . Ben hafif bir şok yaşadım tabii bu arada. Hemen peş peşe aklıma gelen birkaç soruyu sıralamaya hazırlandım. “Anne, sen Facebook’un ne olduğunu biliyor musun, hadi onu geçtim Tülin Teyze ( o da 65’i geçkin yaşlarda) ile bunun hakkında mı konuştunuz, diyelim konuştunuz, onu da geçiyorum, siz bu sitede fotoğraf paylaşımı yapılabildiğini nerden duydunuz” vs… Tam bu şoku atlatmaya çalışırken ikinci bomba babamdan geldi: (tuttuğu takımı kastederek) “Galatasaray’ın Facebook’ta sayfası varmış, niye bana hiç bahsetmedin, İsmail Amcan da kendine sayfa açmış, sen de bana açsana”, demesin mi?
Ailemizin cep telefonu kullanmayı bile öğrenmeyi beceremeyen üyesi sevgili annem, bana bir Facebook uygulamasından bahsediyor, kendisi emekli banka müdürü olup, bir gün olsun internet bankacılığı hakkında kafa yormamış olan babam, tuttuğu takımı Facebook’tan takip etmek istediğini söylüyor, hem de sitem ederek, bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de benden ona Facebook hesabı açmamı istiyor! Bütün bunlar bir yana, annemin de babamın da bir tane e-posta adresleri bile yok! Evimize bilgisayarın girdiği yıllardan bu yana ilk kez bilgisayar bağlantılı bir iletişim talebi ile karşı karşıyayım. İşte bu, sosyal medyanın kişiler ve topluluklar üzerinde ne büyük bir etkisi olduğunun en bariz kanıtı…
Bu zamana kadar farklı kuşaklara ait iletişim ve haberleşme yöntemlerinin arasında teknolojinin gelişmesine paralel olarak ciddi bir boşluk, kopukluk mevcuttu. Uzun zamandır teknolojik gelişmelerden önce gençler haberdar oluyor, sonra büyüklerini haberdar ediyorlardı. Bilgisayarı da, cep telefonunu da, iPod’u da önce genç nesil tanıdı, kullandı, sonra ebeveynlerine, büyüklerine tanıttı. Ne de olsa çağımız bilgi çağı, başta internet olmak üzere bilgiye ulaşmayı sağlayan tüm iletişim araçları genç nesilleri hedef alıyor. Bugün ise sosyal ağların hâkimiyeti altında her yaş ve sosyal statüden birçok insan kendilerini daha net ifade edebiliyor, düşüncelerini daha yüksek perdeden seslendirebiliyorlar.
Web 2.0 devrinin başlamasıyla sayıları hızla artarak gündelik hayatımızın bir parçası olan sosyal paylaşım ağları ve sosyal medya araçları yalnız gençleri değil, biraz merak ve çaba ile geri kalan toplulukları da içine almaya başladı. Meydana gelen tüm bu değişim ve gelişmeler sosyoloji bilimini ister istemez bu yeni medya stratejisinin bir öğesi olarak konumlandırıyor. Artık, bu konuda yazılı bir kanun olmasa da, cinsiyet, yaş, sosyal statü gibi kriterleri gözetmeksizin kim olursak olalım, yapmamız gereken şey olabildiğince katılımcılık.
Şu anda toplumsal bir evrim geçiriyoruz. Her gün giderek daha fazla sayıda insan bir ya da birden fazla sosyal ağa üye olarak sürekli çoğalıyorlar. Böylece sosyal medyada yer alan ve almayan şeklinde iki farklı toplumsal gruptan bahsetmek mümkün hale geldi. Meşhur bir şarkı sözüne atfen, ‘ya bu çemberin içindeyiz ya da dışında’. Dışında olanlar için durum biraz sıkıcı ve yıldırıcı ancak sosyal ağlar, kişiler arasında yepyeni ve kendini durmadan yenileyen bir iletişim köprüsü oldu ve bu yüzden herkes eninde sonunda bu evrime dâhil olmak zorunda. Nasıl olsa bir süre sonra çemberin dışında sözü edilmeye değmeyecek kadar ufak bir azınlık kalacak…