Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Geçen hafta sosyal medyayı sallayan Kony 2012 videosunu, üzerinde fazla düşünmeden paylaşan ve böylece bir çeşit fayda sağladığını düşünen sizler, videoda önemli bir rol oynayan 5 yaşındaki çocuğun ta kendisisiniz.
– Who are the bad guys?
– Star Wars people!
Sevimli ve ama yönlendirme karşısında savunmasız.
Sizden bahsetmeye devam etmeden önce konuyu biraz dağıtmak istiyorum, sonra yine toparlarız.
Bendeniz çok iyi bir televizyon izleyicisi sayılmam ama internet üzerinden takip ettiğim birkaç yabancı dizi var ve bu dizilerin çoğu da hikayenin karakterlerine derinlemesine odaklanan yapımlar. Türk dizilerinin çoğuna ise tahammül edemiyorum.
Dikkat ederseniz Türk yapımı dizilerin (ve aslında geçmişten günümüze Türk sinema sektörünün) birçoğunda karakterler ya kötüdür ya da iyidir. Siyah ile beyaz gibi. Ortası bulunmaz. Ve ama bizim dizilerimizin gücünü aldığı nokta da budur: Basit olmak.
Algımızı zorlamayan ve anlatımı iyi olan bu tip hikayelere karşı zeka seviyemiz algılama ve değerlendirme anlamında 5 yaş seviyesine geriler. Ama bu gerileme bir yandan da hakkımızdır çünkü gün içinde binbir detayla yorulan beynimizin bazen mola vermeye ihtiyacı vardır.
Ya da bu yorgunluğu bahane olarak kullanırız.
Dijital geleceğin özetini yazdım size. Gün içinde akan onlarca bilgiye karşı pelteye dönen zihinleri iyi bir anlatım ve basit bir hikaye örgüsü ile ele geçirebilirsiniz. İhtiyacınız olan şey basit olmak (bir tatlı kaşığı), gönül yaylarını titretmek (bir çay kaşığı) ve ulaşıldığında gurur duymayı sağlayacak ve slacktivism’i tetikleyecek ulvi bir hedef (bir bardak, tepeleme).
[heading style=”1″]Slacktivism Nedir?[/heading]
Slacktivism’in (tembel anlamındaki slacker ile aktivizm kelimelerinin bir araya gelmiş hali) Türkçesi bulunmuyor ama kısaca açıklamak gerekirse bireyin pasif (like) eylemde (tweet) bulunarak kendini iyi hissetmesi durumuna slacktivism, bu eylemde bulunan kişiye ise slacktivist deniyor.
Kony 2012 hareketi de slacktivism’den epey güç alıyor. Çünkü slacktivism’in temelinde dijital yandaşçılık ve yayılım vardır. Vicdan rahatlatma arzusunun ötesinde, offline hayatta da örneklerini görebileceğimiz bir gruba ait olma ve dışlanmama gibi kendiliğinden gelişen davranış hallerimiz ile slacktivism dalgası güçlenir. Dijital paylaşımlarımız o kadar zahmetsizdir ve statümüzü öylesine pekiştirir ki pasif duruşumuzu ve yerimizde sayıyor oluşumuzu fark etmeyiz bile.
Invisible Children isimli yardım kuruluşunun hazırladığı Kony 2012 videosu şablonlara sırtını dayayan ve Joseph Kony’nin kötü, diğerlerinin ise iyi olduğuna izleyiciyi son derece iyi ikna eden, sinematik anlamda gerçekten başarılı bir yapım. Gladiatör filminde Russel Crowe’un başak tarlaları arasında süzüldüğü sırada duyulan müzikler eşliğinde şeytanın dünyaya yansıyan yüzü olarak gösterilen Kony’nin, bulunması ve yok edilmesi gereken biri olduğuna ve ama özellikle ABD tarafından alt edilmesi gerektiğine inandırılırız. Her şey siyah ile beyaz gibidir videoda, ya iyi ya kötü.
Bunun yanında ise videoyu izleyen biz sosyal medya kullanıcılarının da son derece ulvi bir görevi olduğu mütemadiyen tekrar edilir ve bu videoyu paylaşarak farkındalığı arttırabileceğimize ikna oluruz. Biz artık kötünün karşısında olanlarız. Biz dünyayı değiştirebiliriz. Biz değişimin ta kendisiyiz.
Like.
Tweet.
Kony 2012 hikayesi o kadar başarılı ve kendinden emin anlatılıyor ki izleyici kendisine sunulan bilgiyi hiçbir şekilde sorgulamıyor ve anında taraf olmayı tercih ediyor. Uganda’nın on yıllardır politik ve askeri anlamda istikrara muhtaç olduğu gerçeğini geçtim, harita üzerinde nerede olduğunu bile bilmiyoruz. “İnsanlara yardım etmek için haritada göstermeye gerek yok” diyorsanız büyük resmi anlatmamın sırası geldi demektir.
[heading style=”1″]Invisible Children’ın Anlatmadıkları[/heading]
Hazırladığı videonun bitimiyle sosyal ağlarda paylaşımı ve 30 dolarlık yardım paketlerinin satın alınmasını rica eden Invisible Children örgütü, topladığı bağışların yalnızca yüzde 31’ini (2,8 milyon dolar) doğrudan yardıma aktarıyor. Ama daha acısı, bu ABD’li yardım kuruluşu 2,8 milyon doların büyük bir kısmını Kony ile savaşması için Uganda ordusuna takdim ediyor ve bu ordu aynı Kony’nin askerleri gibi tecavüz olayları ile suçlanıyor. Yani yardım için toplanan para, altyapı ve eğitimden ziyade tecavüzcüye karşı savaşması için diğer tecavüzcülere gönderiliyor ve aslında savaşın ve istikrarsızlığın sürekliliği sağlanıyor. Tabi silah endüstrisi de canlı tutuluyor.
Yardım olarak toplanan geri kalan 8,9 milyon dolar ise maaş (1,7 milyon), film prodüksiyonu (1,2 milyon) ve ulaşım masrafı (1,07 milyon) başta olmak üzere yardım dışı harcanıyor. Halka açık olarak paylaşılan belgenin altıncı sayfasında bu bilgilere ulaşabilirsiniz.
Bu noktada biraz gerilmiş olmanız gerekiyor. Burnunuza tuhaf kokular gelmesi lazım.
Ek olarak videoda gerçekler sürekli çarpıtılıyor ya da eksik aktarılıyor. Örneğin Kony’nin Uganda’da değil, Kongo’da yaşadığından (2006’dan beri) 30 dakika boyunca bir kere bile bahsedilmiyor ve Uganda’da saklanıyor gibi bir algı yaratılıyor. Böylece hedef Uganda oluyor. Ayrıca Kony’nin komuta ettiği ordunun 30 bin çocuktan oluştuğu kesin bir dille ifade ediliyor ancak bu rakam aslında son 10 yılda kaçırılan toplam çocuk sayısı. Gerçek ise bahsi geçen ordunun 200-300 kişiden oluştuğu ve Uganda’da bulunmadığı.
Videoda bunların hiçbiri net bir şekilde ifade edilmiyor çünkü gönül yaylarımızın akordu bu gerçekler ile bozulabilir. Hiçbir şekilde Kony’yi ve yaptıklarını savunmuyorum ama son yıllarda uykularında kaçırılan Ugandalı çocukların oranı geçmişe kıyasla neredeyse yok gibi bir şey. Bunu ben değil, Ugandalılar söylüyor.
Son olarak Invisible Children’ın üst yönetim kadrosunda tek bir Ugandalı bulunmuyor. Alt kadroda ise sayı birkaçı anca buluyor. Bu da Amerikalı bu yardım örgütünün Uganda’nın altyapısal sorunlarıyla ne kadar ilgilendiğini sorgulamamıza yol açmalı.
Ancak videoyu izlemeyi bitirdiğimizde, bizim gibilerin paylaşımıyla beraber oluşacak küresel hareket ve farkındalığın sonucunda Uganda’nın değişeceğini ve hatta rengarenk çiçek ve kelebeklerle boyanacağını hayal ediyoruz. Oysa bu video Uganda değil, Amerikan farkındalığını hedefliyor.
Biraz toparlayalım ve “basit”leştirelim.
Joseph Kony Ugandalı bir şeytan. Invisible Children isimli yardım kuruluşu ise harika bir hikaye anlatımına ve ama eksik ya da çarpıtılmış bilgilere sahip videoları ile bizi şeytan taşlamaya (slacktivism) çağırıyor. Ayrıca bizden talep ettiği maddi yardımların çoğunu gerçekten yardıma harcamıyor. Yardıma giden az sayıdaki para ise yine savaşa harcanıyor.
Sürekli ABD’nin yardıma çağrılmasını (üç kuşağı etkileyen çizgi roman kahramanları sağolsun) ve farkındalık yaratma kisvesi altında üçüncü dünya ülkelerinin üzerinden yürütülen kolonyalist ebeveyn pozlarını dile getirmek istemiyorum bile, midem bulanıyor. Aynı video ABD’de yaşayan milyonlarca evsiz için çekilse kaç kişi Facebook’ta paylaşırdı, merak ediyorum.
[heading style=”1″]Sonuç: Emeğe Saygı, Paylaşım İçin Teşekkürler[/heading]
Dijital dünya, Invisible Childiren gibi kendi sahte kahramanlarını yaratıyor ve biz de bu kahramanlara ve sevenlerine yakın durmak için yırtınıp duruyoruz. Bir başka niyetimiz ise taş kalpli, hain ve duyarsız olarak gözükmemek. Paylaşırsan iyisin, eleştirirsen kötü. Paylaşırsan vicdanını yıkarsın, direnirsen kirlenmekten kaçamazsın. Siyah ile beyazı kabul edersen rahatlarsın, griyi anlamaya çalışırsan sinirlerin bozulur.
Dijital yaşamlarımızdaki paylaşma kültürü ile yarattığımız sahte farkındalıklar ve düşsel aktivizm, bir gün gelecek bize sağlam bir tokat atacak. Geç olacak ama işte o zaman gerçeğin hiç de zannettiğimiz gibi olmadığını fark edeceğiz.
İyi bir hikaye ile kolayca ikna olan, düşünmeyen ve sorgulamayan, parmak uçları yassı ve sırtı kambur dijital aktivistler. Selam. Lütfen beni aranıza almayın.
Size son olarak varoluşçu düşüncenin mimarlarından Danimarkalı düşünür Soren Kiekergaard’dan bahsetmek istiyorum. 19. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Kiekergaard, endüstriyel devrim ve aydınlanma çağının etkisiyle popülerleşen kahvehane kültürüyle beraber doğruluğuna inanılan “bireylerin kahvehanelerde biraraya gelerek daha demokratik bir kamu hayatını oluşturduğu” görüşüne şiddetle karşı çıkar. Kiekergaard’a göre kahvehane kültürüyle beraber daha çoğulcu bir ortama düşen bireyler, birçok konuda bilgi sahibi olmaya çalışıp, hiçbir konuya derinlemesine hakim olamamışlardır ve yalnızca çene çalmışlardır.
Bu ortam size internet devrimini ve sosyal medyayı çağrıştırıyor olmalı.
Konu ilginizi çektiyse Evgeny Morozov’un yazdığı ve benim de Kiekergaard’ın hikayesini alıntıladığım The Net Delusion kitabını ve slacktivisim ile ilgili olan “Why Kierkegaard Hates Slacktivism” başlıklı yedinci kısmı okumanızı öneririm.
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ediyor ve siz slacktivistleri aynadaki (monitördeki) yansımanız (22.33 – 22.56 arası) ile başbaşa bırakıyorum.