x

Dijital Geleceğe Dair Bir Uyarı Atışı: KONY 2012

Dijital Geleceğe Dair Bir Uyarı Atışı: KONY 2012

Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Geçen hafta sosyal medyayı sallayan Kony 2012 videosunu, üzerinde fazla düşünmeden paylaşan ve böylece bir çeşit fayda sağladığını düşünen sizler, videoda önemli bir rol oynayan 5 yaşındaki çocuğun ta kendisisiniz.

–          Who are the bad guys?

–          Star Wars people!

Sevimli ve ama yönlendirme karşısında savunmasız.

Sizden bahsetmeye devam etmeden önce konuyu biraz dağıtmak istiyorum, sonra yine toparlarız.

Bendeniz çok iyi bir televizyon izleyicisi sayılmam ama internet üzerinden takip ettiğim birkaç yabancı dizi var ve bu dizilerin çoğu da hikayenin karakterlerine derinlemesine odaklanan yapımlar. Türk dizilerinin çoğuna ise tahammül edemiyorum.

Dikkat ederseniz Türk yapımı dizilerin (ve aslında geçmişten günümüze Türk sinema sektörünün) birçoğunda karakterler ya kötüdür ya da iyidir. Siyah ile beyaz gibi. Ortası bulunmaz. Ve ama bizim dizilerimizin gücünü aldığı nokta da budur: Basit olmak.

Algımızı zorlamayan ve anlatımı iyi olan bu tip hikayelere karşı zeka seviyemiz algılama ve değerlendirme anlamında 5 yaş seviyesine geriler. Ama bu gerileme bir yandan da hakkımızdır çünkü gün içinde binbir detayla yorulan beynimizin bazen mola vermeye ihtiyacı vardır.

Ya da bu yorgunluğu bahane olarak kullanırız.

Dijital geleceğin özetini yazdım size. Gün içinde akan onlarca bilgiye karşı pelteye dönen zihinleri iyi bir anlatım ve basit bir hikaye örgüsü ile ele geçirebilirsiniz. İhtiyacınız olan şey basit olmak (bir tatlı kaşığı), gönül yaylarını titretmek (bir çay kaşığı) ve ulaşıldığında gurur duymayı sağlayacak ve slacktivism’i tetikleyecek ulvi bir hedef (bir bardak, tepeleme).

[heading style=”1″]Slacktivism Nedir?[/heading]

Slacktivism’in (tembel anlamındaki slacker ile aktivizm kelimelerinin bir araya gelmiş hali) Türkçesi bulunmuyor ama kısaca açıklamak gerekirse bireyin pasif (like) eylemde (tweet) bulunarak kendini iyi hissetmesi durumuna slacktivism, bu eylemde bulunan kişiye ise slacktivist deniyor.

Kony 2012 hareketi de slacktivism’den epey güç alıyor. Çünkü slacktivism’in temelinde dijital yandaşçılık ve yayılım vardır. Vicdan rahatlatma arzusunun ötesinde, offline hayatta da örneklerini görebileceğimiz bir gruba ait olma ve dışlanmama gibi kendiliğinden gelişen davranış hallerimiz ile slacktivism dalgası güçlenir. Dijital paylaşımlarımız o kadar zahmetsizdir ve statümüzü öylesine pekiştirir ki pasif duruşumuzu ve yerimizde sayıyor oluşumuzu fark etmeyiz bile.

Invisible Children isimli yardım kuruluşunun hazırladığı Kony 2012 videosu şablonlara sırtını dayayan ve Joseph Kony’nin kötü, diğerlerinin ise iyi olduğuna izleyiciyi son derece iyi ikna eden, sinematik anlamda gerçekten başarılı bir yapım. Gladiatör filminde Russel Crowe’un başak tarlaları arasında süzüldüğü sırada duyulan müzikler eşliğinde şeytanın dünyaya yansıyan yüzü olarak gösterilen Kony’nin, bulunması ve yok edilmesi gereken biri olduğuna ve ama özellikle ABD tarafından alt edilmesi gerektiğine inandırılırız. Her şey siyah ile beyaz gibidir videoda, ya iyi ya kötü.

Bunun yanında ise videoyu izleyen biz sosyal medya kullanıcılarının da son derece ulvi bir görevi olduğu mütemadiyen tekrar edilir ve bu videoyu paylaşarak farkındalığı arttırabileceğimize ikna oluruz. Biz artık kötünün karşısında olanlarız. Biz dünyayı değiştirebiliriz. Biz değişimin ta kendisiyiz.

Like.

Tweet.

Kony 2012 hikayesi o kadar başarılı ve kendinden emin anlatılıyor ki izleyici kendisine sunulan bilgiyi hiçbir şekilde sorgulamıyor ve anında taraf olmayı tercih ediyor. Uganda’nın on yıllardır politik ve askeri anlamda istikrara muhtaç olduğu gerçeğini geçtim, harita üzerinde nerede olduğunu bile bilmiyoruz. “İnsanlara yardım etmek için haritada göstermeye gerek yok” diyorsanız büyük resmi anlatmamın sırası geldi demektir.

[heading style=”1″]Invisible Children’ın Anlatmadıkları[/heading]

Hazırladığı videonun bitimiyle sosyal ağlarda paylaşımı ve 30 dolarlık yardım paketlerinin satın alınmasını rica eden Invisible Children örgütü, topladığı bağışların yalnızca yüzde 31’ini (2,8 milyon dolar) doğrudan yardıma aktarıyor. Ama daha acısı, bu ABD’li yardım kuruluşu 2,8 milyon doların büyük bir kısmını Kony ile savaşması için Uganda ordusuna takdim ediyor ve bu ordu aynı Kony’nin askerleri gibi tecavüz olayları ile suçlanıyor. Yani yardım için toplanan para, altyapı ve eğitimden ziyade tecavüzcüye karşı savaşması için diğer tecavüzcülere gönderiliyor ve aslında savaşın ve istikrarsızlığın sürekliliği sağlanıyor. Tabi silah endüstrisi de canlı tutuluyor.

Yardım olarak toplanan geri kalan 8,9 milyon dolar ise maaş (1,7 milyon), film prodüksiyonu (1,2 milyon) ve ulaşım masrafı (1,07 milyon) başta olmak üzere yardım dışı harcanıyor. Halka açık olarak paylaşılan belgenin altıncı sayfasında bu bilgilere ulaşabilirsiniz.

Bu noktada biraz gerilmiş olmanız gerekiyor. Burnunuza tuhaf kokular gelmesi lazım.

Ek olarak videoda gerçekler sürekli çarpıtılıyor ya da eksik aktarılıyor. Örneğin Kony’nin Uganda’da değil, Kongo’da yaşadığından (2006’dan beri) 30 dakika boyunca bir kere bile bahsedilmiyor ve Uganda’da saklanıyor gibi bir algı yaratılıyor. Böylece hedef Uganda oluyor. Ayrıca Kony’nin komuta ettiği ordunun 30 bin çocuktan oluştuğu kesin bir dille ifade ediliyor ancak bu rakam aslında son 10 yılda kaçırılan toplam çocuk sayısı. Gerçek ise bahsi geçen ordunun 200-300 kişiden oluştuğu ve Uganda’da bulunmadığı.

Videoda bunların hiçbiri net bir şekilde ifade edilmiyor çünkü gönül yaylarımızın akordu bu gerçekler ile bozulabilir. Hiçbir şekilde Kony’yi ve yaptıklarını savunmuyorum ama son yıllarda uykularında kaçırılan Ugandalı çocukların oranı geçmişe kıyasla neredeyse yok gibi bir şey. Bunu ben değil, Ugandalılar söylüyor.

Son olarak Invisible Children’ın üst yönetim kadrosunda tek bir Ugandalı bulunmuyor. Alt kadroda ise sayı birkaçı anca buluyor. Bu da Amerikalı bu yardım örgütünün Uganda’nın altyapısal sorunlarıyla ne kadar ilgilendiğini sorgulamamıza yol açmalı.

Ancak videoyu izlemeyi bitirdiğimizde, bizim gibilerin paylaşımıyla beraber oluşacak küresel hareket ve farkındalığın sonucunda Uganda’nın değişeceğini ve hatta rengarenk çiçek ve kelebeklerle boyanacağını hayal ediyoruz. Oysa bu video Uganda değil, Amerikan farkındalığını hedefliyor.

Biraz toparlayalım ve “basit”leştirelim.

Joseph Kony Ugandalı bir şeytan. Invisible Children isimli yardım kuruluşu ise harika bir hikaye anlatımına ve ama eksik ya da çarpıtılmış bilgilere sahip videoları ile bizi şeytan taşlamaya (slacktivism) çağırıyor. Ayrıca bizden talep ettiği maddi yardımların çoğunu gerçekten yardıma harcamıyor. Yardıma giden az sayıdaki para ise yine savaşa harcanıyor.

Sürekli ABD’nin yardıma çağrılmasını (üç kuşağı etkileyen çizgi roman kahramanları sağolsun) ve farkındalık yaratma kisvesi altında üçüncü dünya ülkelerinin üzerinden yürütülen kolonyalist ebeveyn pozlarını dile getirmek istemiyorum bile, midem bulanıyor. Aynı video ABD’de yaşayan milyonlarca evsiz için çekilse kaç kişi Facebook’ta paylaşırdı, merak ediyorum.

[heading style=”1″]Sonuç: Emeğe Saygı, Paylaşım İçin Teşekkürler[/heading]

Dijital dünya, Invisible Childiren gibi kendi sahte kahramanlarını yaratıyor ve biz de bu kahramanlara ve sevenlerine yakın durmak için yırtınıp duruyoruz. Bir başka niyetimiz ise taş kalpli, hain ve duyarsız olarak gözükmemek. Paylaşırsan iyisin, eleştirirsen kötü. Paylaşırsan vicdanını yıkarsın, direnirsen kirlenmekten kaçamazsın. Siyah ile beyazı kabul edersen rahatlarsın, griyi anlamaya çalışırsan sinirlerin bozulur.

Dijital yaşamlarımızdaki paylaşma kültürü ile yarattığımız sahte farkındalıklar ve düşsel aktivizm, bir gün gelecek bize sağlam bir tokat atacak. Geç olacak ama işte o zaman gerçeğin hiç de zannettiğimiz gibi olmadığını fark edeceğiz.

İyi bir hikaye ile kolayca ikna olan, düşünmeyen ve sorgulamayan, parmak uçları yassı ve sırtı kambur dijital aktivistler. Selam. Lütfen beni aranıza almayın.

Size son olarak varoluşçu düşüncenin mimarlarından Danimarkalı düşünür Soren Kiekergaard’dan bahsetmek istiyorum. 19. yüzyılın ilk yarısında yaşayan Kiekergaard, endüstriyel devrim ve aydınlanma çağının etkisiyle popülerleşen kahvehane kültürüyle beraber doğruluğuna inanılan “bireylerin kahvehanelerde biraraya gelerek daha demokratik bir kamu hayatını oluşturduğu” görüşüne şiddetle karşı çıkar. Kiekergaard’a göre kahvehane kültürüyle beraber daha çoğulcu bir ortama düşen bireyler, birçok konuda bilgi sahibi olmaya çalışıp, hiçbir konuya derinlemesine hakim olamamışlardır ve yalnızca çene çalmışlardır.

Bu ortam size internet devrimini ve sosyal medyayı çağrıştırıyor olmalı.

Konu ilginizi çektiyse Evgeny Morozov’un yazdığı ve benim de Kiekergaard’ın hikayesini alıntıladığım The Net Delusion kitabını ve slacktivisim ile ilgili olan “Why Kierkegaard Hates Slacktivism” başlıklı yedinci kısmı okumanızı öneririm.

Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ediyor ve siz slacktivistleri aynadaki (monitördeki) yansımanız (22.33 – 22.56 arası) ile başbaşa bırakıyorum.

Yorumlar (13)

  1. Sevgili Batuhan, ellerine sağlık, ben de içten içten ilk izlediğim andan beri şüpheyle karşılamıştım bu “projeyi”. olay tam bir profosyonel proje. hakikat olan şeylerin bu kadar iyi hazırlanmış bir projeye ihtiyacı olamaz diye düşünmüştüm, yazınızdan sonra aha! moment! anı yaşadım.

    Kiekergaard’la da analizi perçinlemişsiniz.

  2. 1. Yazının bir bölümünde “bağışların yalnızca yüzde 31’ini (2,8 milyon dolar)…” açıklaması var. Daha sonra da “geri kalan 8,9 milyon dolar” diye devam etmişsin. Benim mi matematiğim kötü yoksa bir hata mı var anlayamadım, o yüzden yardımını rica edeceğim.

    %31 – 2,8 mil $ ise
    %100 – 9,03 mil $ değil midir?

    Dolayısıyla geri kalan 8,9 mil $ değil de 6,23 mil $ olması gerekmez mi?

    2. “8,9 milyon dolar ise maaş (1,7 milyon), film prodüksiyonu (1,2 milyon) ve ulaşım masrafı (1,07 milyon) başta olmak üzere yardım dışı harcanıyor.”

    Burada kullandığın “yardım dışı” dikkatimi çekti. Şu yüzden;

    NGO type by orientation can be grouped into Charitable orientation; Service orientation; Participatory orientation; and Empowering orientation.

    Yardım dışı diye tanımadığın film prodüksiyonu sayesinde, an itibariyle 74,7 mil kişi kampanya’dan haberdar olmuş (youtube izlenmesi sayısıdır, çok naif davranıp, diğer mecralarda sebep olduğu haber bombardımanını göz ardı edeceğiz, Olay TV’de bile haber olduysa, düşün artık). Yani harcanan 1,2 mil $ kampanyaya yardım etmiş. Aynı şekilde ulaşım masrafları da, maaşlar da (Örneğin Greenpeace 2010 gelirlerinin %16’ısını oluşturan 9,6 mil €’yu kira, maaş vb. işlerde kullanıyor, kullanmak zorunda da).

    3. “2,8 milyon doların büyük bir kısmını Kony ile savaşması için Uganda ordusuna takdim ediyor…”.

    Senin de tavsiye ettiğin gibi derneğin “halka açık olarak paylaşılan belgesine” baktım fakat hiçbir yerinde buna benzer bir şey bulamadım. Tek bulduğum şey, sitelerinde yaptıkları konuyla ilgili açıklama:

    “None of the money donated through Invisible Children ever goes to the government of Uganda or any other government”

    4. “bu ordu (Uganda Ordusu) aynı Kony’nin askerleri gibi tecavüz olayları ile suçlanıyor”

    Google: Turkish police accused, Turkish military accused hatta ve hatta Turkey accused.

    5. “bu ordu (Uganda Ordusu) aynı Kony’nin askerleri gibi tecavüz olayları ile suçlanıyor. Yani yardım için toplanan para, altyapı ve eğitimden ziyade tecavüzcüye karşı savaşması için diğer tecavüzcülere gönderiliyor”

    Cümle içerisinde tutarsızlık var gibime geldi. İlk cümleyi “suçlanıyor” ile tamamlamana rağmen ikinci cümlede yargılamayı yapmışsın bile.

    Eğer zamanım olsaydı daha da detaylı irdelemek isterdim yazını. Bu arada şunu da hatırlatmakta yarar var; ben KONY 2012 sempatizanı falan değilim, sadece bu günlerde etrafta sıkça rastladığım, “bu günlerde popüler olan olguyu yereyim de, herkesten farklı olduğumu ifade edeyim” yazılarına cevap yazasım geldi. Kısmet sanaymış :)

  3. 1. o benim hatam. ders olsun bana, düzeltmiyorum. yine de bu ortadaki rakamların büyüklüğünü değiştirmiyor.
    2. yardım dışından kastım, doğrudan yardım olarak göremeyeceğimiz harcamalar. bu tip harcamaların olması tabi ki doğal ama bu rakamların büyüklüğünü yine de değiştirmiyor. özellikle ulaşım. ve bu durum harcamalar arasında karşılaştırma yapıldığında asıl insanı rahatsız ediyor. yoksa greenpeace örneğini veriyorsak da greenpeace kalemlerini karşılaştırmamız gerekir. neyse ki greenpeace ile ilgilenmiyoruz şu anda. öte yandan 75 milyon kişiye ulaşmak eylemin kendisini meşru kılmaz. ben zaten en başından beri diyorum, muhteşem bir hikaye anlatımı var ortada. o yüzden bu kadar kişi izliyor. ama diyorum ya, bu vardıkları noktayı haklı kılmaz. abd gelsin kurtarsıncılık ile ya da kony’yi yakalamamız lazım ile olmaz bu iş. beni bir siyaset bilimi mezunu olarak ayrıca rahatsız ediyor bu durum ama bu yazıda çok değinmek istemedim doğal olarak, yoksa colonial süreçten girer edward saidle sevişir, timothy mitchell ile bağlardım. yeri değil.
    3. bu konu benim de bildiğim resmi olarak kanıtlanamıyor ancak çok büyük ve ciddi suçlamalar var bununla ilgili çünkü sen de görmüşsündür ki bu arkadaşlar external audit tarafından kontrol edilmiyor ve yönetim kurulları oldukça küçük. bu şu demek: bu arkadaşlar harcamalarını not ederken esnek olabilirler. ortada yazının da içerisinde olan fotoğraf bence çok şeyi anlatıyor. videonun içerisinde yer alan sürekli savaşa ve yakalamaya olan çağrı da. bazen noktaları birleştirmek gerekiyor, naifliğin fazlası zarar.
    4. yine çok naifiz. bu kafayla hiçbir şey kesin değil, nihilizm temel felsefemiz olmalı. medya baronların elinde, bilgi kirliliği, komplo teorileri vs vs bitmez yani. dediğim gibi, noktaları birleştirmek lazım.
    5. same above.

    türkçe olarak bu tip bir yazı yok. hadi belki bir iki tane çıkabilir, hata payı bırakalım. bunun için üç dört gündür kony okuduğum/izlediğim ve yazının içinde başka argümanlar da olduğu için “trend olanı farklı olmak için yermek” eleştirisini hiçbir şekilde kabul etmiyorum. aslında sen de “farklı olmak için trendi yerdiğini zannettiğin kişiyi farklı olmak için yeriyor” da olabilirsin. dikkat derim, olamaz mı olabilir :)

    yani bu kafa da bizi hiçbir yere ulaştırmaz. eğer bu eleştiriyi iki satırlık ekşi sözlük eleştirisine yapsaydın bir şey demezdim ama burada farklı bir çalışma var. ona göre tavır takınmak lazım.

    dikkatin için sağol tekrar :)

  4. Aksel’in eleştirdiği cümlelerden biri beni de düşündürmüştü: “… tecavüzcüye karşı savaşması için diğer tecavüzcülere gönderiliyor …” kısmını ben de amacından sapmış buldum. Accused vs. Guilty meselesinden dolayı değil, iki tarafın yozlaşmışlık seviyeleri arasında uçurum olduğunu tahmin ettiğim için. Ama araştırma yapmadım, emin değilim. Yazıda verilen bilgilerin hatalı olması olası, Başka matematik hatalar içermesi de olası. Batu araştırmış ve kendi vardığı sonuç doğrultusunda “olayın gerçek yüzü olduğuna inandığı” şeyleri dökmüş, konuyu bu açıdan tartışmaya devam edebilirsiniz tabii ki. sonuçta ortada yazılmış bir yazı ve ortaya atılmış çıkarımlar var. Ben sadece dipnot düşmek istiyorum:

    Ben yazıyı hiç o açıdan değerlendirmemiştim. Kony kampanyasının dürüstlüğüyle ilgili bir sonuca varmak istersem Batu’nun yazısını ve referanslarını baz alarak bir sonuca varmayı bunu kampanya videosunu izleyip yapmak kadar saçma buluyorum. Oturur yapılması gereken araştırmayı kendim yapar ve kimsenin yönlendirmesi olmadan karar veririm. İşin komik tarafı yazının anafikrinin de bu olması. İnsanların sunulanı araştırmadan ve yorumlamadan kabullenmesi ve hatta yaymaya cesaret etmesi. Benim dikkat çekmeye değer bulduğum şey Kony kampanyası değil, bu yazıyı okuduğu gibi Kony kampanyası hakkında fikri değişenler.

  5. Son olarak, ben yazıyı yukarıda bahsettiğim perspektiften ele aldığım için çok çok beğendim. Kony kampanyası hakkındaki gerçekler ne çıkarsa çıksın yazı vermek istediği asıl mesajı çok iyi ortaya koyuyor.

  6. Türkçe’ye çevirecek vakit bulamadığım için kusura bakmayın.

    So here is #Kony2012 and Understanding Networked Symbolic Action (hint: “Slacktivism” is Conceptually Misleading), a thoughtful and intelligent second look at slactivism by Zeynep Tufekci offering something more than a slick dismissal. This is the last part but the reader is urged to go read the whole essay.

    ZEYNEP TUFEKCI Exploring the interactions between technology and society. I’m an assistant professor at the University of North Carolina, Chapel Hill. I’m also a fellow at Harvard Berkman Center for Internet and Society. My (previous) university web page can be found here

    My argument is this: the concept of slacktivism is not just naïve and condescending, it is misinformed and misleading. What is called commonly called slacktivism is not at all about “slacking activists”; rather it is about non-activists taking symbolic action—often in spheres traditionally engaged only by activists or professionals (governments, NGOs, international institutions.). Since these so-called “slacktivists” were never activists to begin with, they are not in dereliction of their activist duties. On the contrary, they are acting, symbolically and in a small way, in a sphere that has traditionally been closed off to “the masses” in any meaningful fashion.

    In other words, slacktivism should be seen as the encroachment of politics and civics into people’s everyday worlds which tend to be dominated by mundane concerns of day-to-day existence–or dominated by the consumerism transmitted through traditional media. It’s also a step in the unraveling of the professionalization of human rights and cause advocacy. [Credit: parts of this argument were developed in discussion with Alaa Abdal Fatah of Egypt and Sami Ben Gharbia of Tunisia].

    ~~~~ [nevertheless] ~~~~

    The power of the symbolic action to shape particular narratives is exactly why so many people felt the need to pushback against #stopkony—the video was effectively and powerfully laying down a narrative for a particular kind of action.

    Indeed, go back in history, and you see these normative shifts, brought about by words and symbolic action, before or along with major social changes. History is full of such examples. Harriet Beecher Stowe’s anti-slavery novel “Uncle Tom’s Cabin.” Anna Sewell’s animal rights story “Black Beauty.” Or take a modern variation, like the clever video, “The Meatrix.” These are examples of symbolic action which helps structure narratives within which further human action occurs.

    And social media streams are a new and important dynamic in how those narratives are formed—and, importantly, who gets to have a say. I usually do not like to proclaim new developments as “good” or “bad”—they are often a complex interaction of both. However, contrast the swift pushback against the simplistic and dangerous narrative of #stopkony with the lead up to the Iraq War of 2003. It was clear to many people at the time that the narrative being built up in the rush to war in Iraq was erroneous, dangerous and in many ways, irresponsible. However, opposition voices –while loud, organized and including many —were drowned out by the gatekeepers—big media, Sunday talk shows, political powers…

    In contrast the swift backlash against Kony2012 was loud, organized and, most importantly, also able to command attention. In just one day, I saw more human-rights experts and African and Ugandan voices on mainstream media than I do in a month or three. My social media stream was flooded by critical and in-depth discussion about the topic, often from Ugandans or topic experts. This is a key way in which Kony2012 differs from, say, “We are the World” campaign in the eighties in which Africans never got to be anything beyond silent victims. People can now talk back a lot more effectively. Indeed, the spread of Kony2012 is likely going to be remembered as one of the early examples how emergent networked global publics can connect amongst each other and focus their –and everyone else’s—attention in a manner that would have hard to imagine just ten years ago.

    It also appears to me that this was, at least at first, spread most strongly by teenagers and young adults, at least at first. I obviously don’t have hard numbers at the moment –and hope we will at some point—but anyone with any experience in activism, organizing and social movements can immediately recognize that most lifelong dedicated activists have a “gateway” moment, often in their teens. It would not be surprising if the intensity of the attention to this video –as well as the intensity of the backlash—did not become just such a moment for many future leaders. The kids are listening, maybe to a simplistic message, maybe to a misguided cause. But some portion of them will keep looking, listening and learning. Such moments have long-terms consequences.

    There is much more to analyze in this event in terms of content, politics of the message, the increasingly complicated interaction between our global institutions –such as the International Criminal Court—and increasingly networked global public. But here’s one thing. This is not unimportant. This isn’t about activists who are slacking. It’s symbolic action in a networked world, a complex and important topic for anyone interested in social change.

    ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~

  7. arkadaş, anladık ingilizce biliyosunuz da inglizcesi sağlam bi makale okumaya yeterli olmayan insanların da bu yazıyı ve yorumlarını okuyacağını düşünerek figen hanım’ın gönderdiği yorumdaki yazıyı biriniz çevirse çok hoş olur diye düşünüyorum. ben çevirmek isterdim ama tam anlamı aktaramamaktan çekindiğim için bu görevi ‘bu yazı’yı yazan kişiye bırakıyorum. malum boğaziçi’nden mezun oldum demekle bitmiyor bu işler, let us see your language skills :) saygılar
    ——————–
    bu arada yazı hoşuma gitti, tespitler -ufak bilgi hataları olmasına rağmen- gayet iyi. beynine sağlık Batuhan kardeş.