“Sıkma canını. Canını sıkıyorsun, ondan oluyor bunlar.”
Bu cümleyi kim bilir kaç defa duyduk? Duygusal çöküntü, birçoğumuz tarafında hafife alınsa da, aslında çağımızın en salgın hastalıklarından biri. Motivasyon düşüklüğü, uyuşukluk hissi, hayattan keyif alamama ve daha birçok olumsuz etkisi olan bu hastalık, toplumun sizi sömürmesi ve sizin toplumu sömürmenizle sonuçlanır.
Bu kısır döngüden kurtulmak için ne yapmalıyız?
Orta dereceli çöküntüler
Sınava hazırlanmak, projeyi tamamlamaya çalışmak, çocuk yetiştirmek vb. birçok şey, orta dereceli çöküntülere sebep olabilir. Çünkü burada en büyük kaygımız, beklentileri karşılayabilmektir. Krizlerle mücadele etmek, insan olmanın bir parçasıdır elbette, ancak bu durum aynı zamanda sinir sistemimizin kapasitesini aşmasına sebep olur.
Alınganlık, düşük motivasyon, sinirlilik, uyku problemleri (uyuyamamak ya da sürekli uyuma isteği), kas ağrıları, orta dereceli çöküntü yaşadığınızın belirtileridir. Tatil, spor, yeterli seviyede uyku size yardımcı olabilir.
Kronik çöküntüler
1974’te New York’ta yaşayan psikiyatrist Herbert Freudenberger’ın yaptığı bir araştırma, aşırı derecede yorucu çalışma şartlarının, çevresine karşı duyarlı olan insanları duyarsızlaştırdığını fark etmiş. “İnsandışılaştırma” olarak nitelendirdiği bu tavır, kişinin sahip olduğu sevgi ve empatinin zamanla aşılamak yüke dönüşmesine sebep oluyor. Bu durum, sinir sistemimizin, otomatik olarak geliştirdiği bir savunma sistemi.
Freudenberger’ın bulduğu bir başka semptom ise, verimlilikteki düşüş.
Freudenberger’a göre duygusal çöküşün aşamaları
- Kişi, genelde ofis içindeki rekabet ortamı yüzünden, kendisini kanıtlama zorunluluğundan mustarip oluyor.
- Kişi, günlük ihtiyaçlarını ihmal etmeye başlıyor. Daha az uyuyor, spor yapıyor. İlişkiler de yıpranıyor. Daha az konuşmaya başlıyor.
- Kişi, çatışmalarla uğraşmak için yeterli zamanının olmadığını düşündüğü için problemleri görmezden gelmeyi tercih ediyor. Bu da iş yerindeki problemleri, kişisel hayatına taşımasına sebep oluyor.
- Kişi, bireysellik duygusunu kaybediyor. Kapatma düğmesi olmayan bir makineye dönüşüyor.
- Duygusal olarak boşaltılmış hissediyor. Bu da kişiyi depresyona sürüklüyor.
Son aşamaya ulaşan kişi, tamamen tükenmiş oluyor. Fiziksel ve zihinsel hastalıklarla karşılaşıyorlar. Birçoğu kendilerini intihara yaktın görüyor. İş arkadaşları, yakın arkadaşları ve aileleriyle olan ilişkilerinde, bu hislerini saklıyor.
Hayatın manası olması, anahtar çözüm
Ünlü psikolog Viktor Frankl, insanların hayatlarına anlam yükleyememesini, varoluşsal boşluk olarak nitelendiriyor. Kişi, hayatına bir anlam yükleyemediğinde kendini boşlukta hissediyor ve depresyona giriyor.
Hayatımızın anlamlılığından daha üstün bir şey yoktur! Ne aldığımız maaş, ne de edineceğimiz mevki!
Hepimiz kendimize şu soruyu sormalıyız: Yaptığım iş bana faydalı hissettiriyor ve kendimi tamamladığımı düşünmemi sağlıyor mu? Evet, kariyer, para, ün herkesin istediği şeyler; ancak bunlar için bizi tüketen bir programımız varsa, buna değmiyor demektir.
Motivasyonumuz ne olmalı?
Yaptığınız şeyi gerçekten de seviyor musunuz? Eğer kalbiniz işinizle değilse, koca bir yalanı yaşıyor olabilirsiniz. İşinizi iyi yapsanız bile, mutlu olmayabilirsiniz. Para da bu konuda sizi yanıltan bir öğedir.
Bunun haricinde, pek az kişi kabul eder belki ama herkesin narsist eğilimleri vardır. Bu sebeple, başarıyı popüler olma ve tanınma yolu olarak görürler. Bu aynı zamanda kendini garantiye alma hissiyle doğru orantılı olabilir. Asıl korkumuz, yoksulluktur. Birçoğumuz çocukluğunda bu hissi yaşamıştır. Bu sebeple, oraya kimse geri dönmek istemez.
Yani, insanlar genelde eksiklik korkusundan ötürü, yanlış motivasyon öğelerine sahip olur. Eksiklik korkusu, bize en çok zarar veren şeydir.
Duygusal çöküntüyü engellemek için
Yaşadığınız şu ana ve bulunduğunuz bu mekâna değer vermeniz gerekiyor. Çünkü hayat, dün bugün ve yarından değil; sonsuz bir şimdiden oluşmaktadır. Ne yaşıyorsanız, hem şu anda yaşıyorsunuz. Diğerleri, olmuş ya da olacakların hayali olarak zihninizde yer alan resimlerden ibaret. Şu ana değer verin. Hayatınıza kendi gözlerinizden bakın, zihninizdeki resimlerden değil.
İş yükünüzü azaltın. Bunu yapmaya hakkınız var. Bunu üstünüzle konuşmaktan korkuyorsanız bile unutmayın, bir gün bu iş yükünün altında kalacak ve yöneticinizden zaten negatif bir dönüş alacaksınız. Enerjiniz tükenmeden, şimdi yapın. Hiçbir şey değişmiyorsa, işinizi değiştirin.
Kişisel hayatınıza vakit ayırın, sevdiğiniz hiçbir şeyi ertelemeyin. Mantık önemli, ancak sadece mantığınızın sesini değil, kalbinizin ve isteklerinizin de sesini dinleyin. Onların da neye ihtiyacınız olduğunu söylemeye hakkı var. Hayatta yapmak istediğiniz her şey için özgürsünüz. Hatta birçok şeyi aynı anda yapmaya da hakkınız var. Neden tam şimdi hayatınızı istediğiniz şartlara getirmeyesiniz? Neden şimdi patronunuza ya da yöneticinize çok iş yükünüz olduğuyla alakalı isyan etmeyesiniz? Neden o tatlıyı yemeyesiniz? Neden o en çok gitmeye ihtiyaç duyduğunuz yere gitmeyesiniz? Neden kendinizi iyi hissettiğiniz o insana aşık olmayasınız? Neden mutlu olmayasınız? Kendinizi sınırlamanızın size faydası ne olacak?
Kendinizi özgür bırakın. Hayatınızı niye böyle yaşadığınızı kendinize sorun. İşinizin anlamını kendinize sorun. İşinizi sevip sevmediğinizi kendinize sorun. En çok değer verdiğiniz şeylerin ne olduğunu kendinize sorun. Ve en önemlisi hayatınızdan ne istediğinizi kendinize sorun.
Eğer çöküntü kronik bir durumdaysa ve sendroma dönüştüyse, bir profesyonelden destek almayı kesinlikle ihmal etmeyin.
Bir kere ise, sonuna kadar yaşamak gerek bu hayatı.
Tamda okumam gereken birseydi cok yardimci oldu cok zayifladim ve budurum ilerliyor kesinlikle spor yapmaliyim