Çağımızın en yeni iletişim aracı internetle ilgili bir süredir zihnimi kurcalayan bir konu var. Hayatımıza getirdiği birçok kolaylığı, bilgi zenginliğini, bilginin paylaşım boyutunun ve hızının ne kadar arttığını, uzakları yakın etmesini, reklam ve pazarlama sektörüne katkıları gibi faydaları bir yana bırakacak olursak, bu meselenin beraberinde gelişen psikolojik ve sosyo-psikolojik etkilerinin de üzerinde durulması gerekiyor.
2000’li yılların ortalarına doğru internetin geçirdiği büyük yapısal değişiklik sonrası gün içerisinde internet ortamında geçirdiğimiz zaman miktarı eskiye kıyasla epeyce arttı. Çünkü artık yaşantımızda başta güncel olaylara ait bilgi ve haber alma işi olmak üzere, tanıdıklarla haberleşme, yazı, fotoğraf, video kullanarak hayatımızda neler olup bittiğini sevdiklerimize, yakın çevremize anlatma, hobilerimizi paylaşma, oyun oynama, alışveriş yapma, arkadaş grupları ile bir araya gelme ya da daha kolay organize olunan online kulüplere katılarak sosyalleşme, sevincimizi, üzüntümüzü anlık olarak paylaşma, duyurma gibi aktiviteleri ağırlıklı olarak internette gerçekleştirmeye başladık. Bunun kısa ve uzun vadede yadsınamayacak getirileri olduğu muhakkaktır ancak, bugün sıradan bir kullanıcının dahi bir günün ortalama 3-4 saatinde bilgisayarı ya da cep telefonu vasıtasıyla internette gezindiği düşünülürse (ki beyaz yakalı kesim için bu süre daha da fazladır), hayatımızda nasıl kalıcı bir yer edindiği daha net anlaşılır.
Kimi evlerde şu ufak senaryo her gün sahnelenmektedir ve kanıksanmıştır. Sabah kalkılır, el yüz yıkanır, elde cep telefonuyla Twitter ya da Facebook’ta gezinmek üzere kahvaltıya oturulur, bazen de sabah uyanıldığı anda artık bir refleks haline gelen bilgisayara ya da cep telefonuna uzanma davranışı ile karşılaşılır. Amaç, muhtemelen sosyal ağlardaki durum güncellemelerine, paylaşılan içeriklere göz atmaktır. Bir işadamı için belki beklenen önemli bir e-mailin posta kutusuna ulaşıp ulaşmadığının kontrolüdür. Zihnimizde bu tip düşünceler, davranış biçimleri neden oluşur peki? Bunun nedeni ben uyurken ya da internet başında değilken acaba neler paylaşıldı, kimler ne konuştu, kaçırdığım bir şey var mı şeklinde oluşan kısmen kaygı ve merak içerikli düşüncelerdir, denetim gereksinimidir. Geçenlerde Twitter’da, sabahtan öğlene kadar hiç tweet gönderemediği için meraklanan takipçilerinden özür dileyen birine rastlamıştım. Kimilerine normal görünse de ne yazık ki bu gibi durumlar davranış psikolojisi açısından ele alındığında pek iç açıcı değil.
Birkaç gün önce yayınlanan ‘Facebook Bağımlılarına Özel Rehabilitasyon’ haberimizde de değinildiği üzere, internet ve sosyal ağlar kullanıcılar üzerinde uzun vadede stres ve davranış bozukluğuna neden olmakta. Habere göre bazı kullanıcılar sosyal ağ kullanımı konusunda bir şeylerin yanlış gittiğinin farkına varmış ve buna yönelik kendi mücadelelerini başlatmış durumdalar. Şimdi olaya bir de şu açıdan bakalım. Internet insan beyninin yaratımı olduğuna göre ve insan bu icadı da istediği gibi yönetmeye, yönlendirmeye muktedir olduğu halde neden bu platformdan uzak olduğu zaman diliminde bir tür kaygılı/anksiyeteli ruh hali içerisine girmeye başlamıştır? Yoksa madalyon tersine mi dönmüştür? Bu mecra artık yaşantıya hükmetmeye mi başlamıştır? Egemenlik sorgusuz sualsiz internette midir? Diğer bir deyişle internet denilen iletişim aracı başlangıçta insanın denetim ve kontrolü altında iken acaba artık insan mı internetin hâkimiyet alanına girmiştir? Şimdi lütfen kendinize şu soruyu sorunuz. Arkadaş çevreniz, gündelik görüşmeleriniz, aktiviteleriniz internet odaklı mı? Kendinizi sürekli sanal gündemi takip etme ihtiyacı içinde hissediyor musunuz, takibi bıraktığınız zaman huzursuzluk duyuyor musunuz? Bilgisayarınızı, cep telefonunuzu, sizi internet ortamına bağlayan her şeyi elinizin altından uzaklaştırsanız kendinizi eksik ya da boşlukta hisseder misiniz? Bunu hiç denediniz mi? Açıkçası ben denedim. Birkaç gün bilgisayarımı yanıma almadım, cep telefonumu kapattım ve bu zaman zarfında hissettiğim şey belirgin bir ferahlama ve özgürlük duygusu oldu. Tavsiye ederim.
Yalnız buradan internet kişinin sosyal kimliğine sekte vuruyor, toplumsal çevre ile uyumunu bozuyor, asosyalleştiriyor gibi bir genelleme çıkmasın ama yine de görünen o ki, birçoğumuz üzerinde çeşitli dozlarda bağımlılık yaratmış durumda. Bunu internet ortamı ile tanıştığımız ilk yıllarda kullandığımız ve o sinir bozucu çevirmeli bağlantı sesi eşliğinde eylemi gerçekleştirdiğimiz andaki memnuniyet ve mutluluk arasındaki gelgitli duygu durumu içerisinde sarf ettiğimiz internete ‘bağlanıyorum’ sözünden de anlayabiliriz. Diğer mecraları takip etmek için okumak, dinlemek, izlemek gibi 5 duyu organımızla ilişkili eylemler içerisindeyken, konu internet olunca nedense aklımıza gelen ilk fiil, içinde bir ruh hali anlamı da barındıran ‘bağlanmak’ olmuş. O günlerde spontane gelişen bu terminoloji aslında bizlerin bağlanma davranışıyla bağımlı olmak arasındaki ince çizgiye ne kadar yakın dolaştığımızı simgeler nitelikte. O nedenle kendimizi kandırmayalım ve kabul edelim ki insanoğlunun yaratımı internet olgusu bugün önce tek tek kişilere, sonra toplumlara tamamen egemen olmuş durumdadır.
Peki ya gelecek? Biz gözümüzü internetle açmadık ama bizim çocuklarımız, gelecek nesiller doğdukları andan itibaren önce ana-babaları, sonra da eğitim kurumları aracılığıyla bir şekilde internet ortamı ile iç içe olacaklar. Onlar internetsiz alternatif bir yaşam olanağını hayal dahi edemeyecekler. Tüm yaşamları, bireysel ve sosyal her türlü ilişkileri internete ve sosyal ağlara entegre halde sürecek ve belki de dünya yaşamları sona erdiği anda bile internetteki sanal yaşamları devam edecek. Mesela belki öldükleri zaman dijital mezar taşları olacak, profillerini, ziyaretçi sayılarını, ziyarette okunan dua sayılarını gösteren… Hatta belki mezarlarını ziyaret edenlere ait ziyaretçi listeleri olacak, o listede ilgili kişiye tıklandığında ziyaretçinin profili açılacak, ölenlerin haklarında eleştiriler ve yorumlar yapılacak anında durum güncellemeleri ile ve bu yorumları okuyanlar beğen düğmesine basacaklar ya da onlar da kendi yorumlarını yazacaklar… Belki ölen kişinin yaşadığı güzel günlere dair videolar, fotoğraflar yüklü olacak bu mezar taşında, mezarlık ziyaretçileri bunları izleyerek ölenin yaşarken geçirdiği eski günleri anacaklar. Çok mu abarttım? Emin olun böyle bir dünyaya doğru gidiyoruz. Bu gidiş iyi mi kötü mü bilemem ama bildiğim tek şey hayatımızın bundan sonra giderek artan şiddette ve yörüngesi internete kilitlenmiş bir biçimde ilerleyeceği.
Yorumlar (0)