Hoşumuza gitmeyen bir olayla karşı karşıya kaldığımızda, durumu etraflıca irdelemek yerine aklımıza ilk yatan tarafı ya da kalabalıkların en çok eleştirdiğini suçlamak insani hallerimizin temel kusurlarından biri. Tek bir tarafın tek bir suçlu ilan edilmesi biz mağdurları rahatlatıyor ve böylece olayın içindeki özne rolünü paylaşan diğer tarafları eleştirme zahmetine girmeyerek zihnimizi yormamış oluyoruz. Ek olarak, birden çok tarafı suçlayarak hatası olmayanları topa tutma olasılığını da azaltmış oluyoruz. Peki doğru olan nedir? Blogspot’un yasaklanmasında asıl suçlu kim?
Sabahtan beri Blogspot’un yasaklanmasına tepki olarak Twitter kullanıcılarının attıkları mesajları takip ediyorum. Kimisi mahkemeden çıkan sansür kararını, telif hakları konusunu görmezden gelerek, salt sansür kapsamında inceliyor ve özgürlüklerin kısıtlandığını iddia ederek hükümeti suçluyor. İdarenin suçlandığı başka bir tepkinin konusu ise yasalardaki gerekli düzenlemelerin yokluğu ve bu nedenle birkaç blog yüzünden tüm bloglara kilit vurulmuş olması. Ayrıca ve doğal olarak, Blogspot’a erişimi engelleme amacıyla mahkemeye başvurduğu için Digitürk’ü suçlayan da var. Her birinin de haklı, haksız ve kaçınılmaz olarak eksik tarafları var. Dedim ya, en temel kusurlarımızdan biri en kısa yoldan sonuca ulaşma arzumuz.
Niyetim sansüre yol açan tarafları suçlamaktan ziyade eleştirmek olacak. Çünkü burada yasalardan sorumlu olan idarenin de, Digitürk’ün de ve Blogspot’un sahibi olan Google’ın da düzeltmesi gereken tarafları ya da eleştirilebilecek stratejileri var.
Sansürcü Zihniyet mi Eli Kolu Bağlı Mahkemeler mi?
İlk olarak meseleye yasalar açısından yaklaşmak gerekiyor. Şu bir gerçek ki, internetin kaotik ve aynı zamanda paylaşımcı yapısının hayatlarımıza böylesi etki edeceğini hükümetlerin ön görememiş olması bir hata değil, eksikliktir. Eleştirilebilecek nokta, bu farkındalığın oluşmasıyla beraber internetle ilgili yasaların bu zamana kadar hızlıca oluşturulamamış olmasıdır. Bu ülkede telif hakları ya da kişilere hakaretten dolayı bundan önce WordPress, Ekşi Sözlük, Youtube, Fizy ve Vimeo kapatıldı. Kapatılma kararlarını mahkemeler kafalarına göre değil, ilgili yasalara dayanarak verdi. Yani birkaç kalın kafalının sansürcü zihniyetini suçlamaktan ziyade, yasalarımızın güncel olmayışını dillendirmemiz gerekiyor.
Gerçek şu ki, tek bir blog yüzünden, servisin hizmet sağladığı bütün blogların kesik yemesini engellemek için belirli bir teknik alt yapının ve bütçenin sağlanmış olması lazım. Maalesef öngörülerden güç almayarak zamanında üretilmeyen çözümler, sonrasında çıkan kitlesel tepki sayesinde hayat bulabiliyor. Sürecin kaybedenleri ise bu yasalara kurunun yanında yaş halde yakalananlar oluyor.
Neyse ki TBMM, kurunun yanında yaşın da yanmaması için, şu sıralar gerekli yasal düzenlemelerin ve altyapı yatırımının oluşturulacağı çalışmaları sürdürüyor. Eğer ki yeni çıkacak yasaların ertesinde hala benzer durumlarla karşılaşıyor olursak, o zaman ilk fırsatta herkesin sansürcü zihniyeti eleştirmesi ve hatta suçlaması yersiz değil haklı bir davranış olacaktır. O zamana kadar ayakları yere basan ve değişime yönelik olan eleştiriler haklılığını koruyacaktır. Ancak şu anda koşulları gözetmeden salt zihniyeti eleştirmek, tamamen önceki sansür tecrübelerimizin mirasıdır.
Digitürk’ün Yatırımına Sahip Çıkma Stratejisi
Değineceğim ikinci konu Digitürk’ün bu süreçte attığı adımlar olacak. Süper Lig’in yayıncı kuruluşunun stratejisi birkaç farklı bakış açısıyla irdelenebilir. Öncelikle Sezar’ın hakkını Sezar’a verelim. Digitürk futbol maçlarının yayınlarına boşu boşuna yüz milyonlarca lira ödemedi. Telif hakkını koruma isteklerini somut bir stratejiye dönüştürmeleri ve kural ihlalleri ertesinde mahkemeye başvurmaları anlaşılabilir bir hareket. Ancak bir kurumun milyonlarca liralık yatırım yapmış olması, onun stratejisini eleştiremeyeceğimiz anlamına gelmez.
Süper Lig’in kalitesinin artması demek Digitürk’ün yatırım yaptığı işin değerinin artması demektir. Bir işin kalitesinin artması ise yalnızca o yapının iyi olmasıyla değil, o yapının kalitesi hakkında paylaşımda bulunan tüketiciler sayesinde olur. Şimdilik beklentileri karşılayamayan Web TV girişimini bir kenara bırakırsak, Digitürk’ün yalnızca TV yayınıyla ve kendi sitesi üzerinden maç yayını yapmasından dolayı, İngiliz bir taraftar Arda Turan’ın ya da Portekizli bir taraftar Ricardo Quaresma’nın gollerini internet üzerinden izleyemiyor. Çünkü Digitürk yatırım yapmış olduğu maçların görüntülerini yalnızca kendisi yayınlamak istiyor. Peki Türkiye’de oynanan futbolu bütün Dünya’ya belli bir sınırda olsa da yaymak, uzun vadede ligin ve dolayısıyla yayıncı kuruluşun yatırımını daha değerli kılmaz mı? Yine de tekrarlamak isterim: Eleştirdiğim bu strateji Digitürk’ü haksız yapmaz. Telif haklarını ödedikleri işi korumak istiyorlar ama bu sırada potansiyel bir pazarın farkına varamıyorlar.
Google Sansürün Neresinde?
Son olarak, Google’ın eleştirilmesi gereken ama belki de hak vereceğimiz yanlışı ise illegal yayın yapan siteleri durduramamış olmasıdır. Digitürk’ün yaptığı basın açıklamasında şöyle bir cümle geçiyor: “Kanunların kurumumuza yüklediği bütün yükümlülükler eksiksiz yerine getirilip, içerik ve yer sağlayıcılar defalarca uyarılmasına rağmen internetten illegal yayın yapılmasına son verilmemiştir.” Blogların yasaklanması Google’ın illegal yayın yapan blogları kapatamamasından dolayı gerçekleşmiştir ancak Google, birkaç dakikada açılıp anında illegal yayın yapmaya başlayabilecek her blog’u takip edecek beceride olmayabilir. İnternetin kaotik yapısının evrildiği ve içerik üretimi takibinin hem iş gücü hem de teknik altyapı istediği noktada Google’ın bile etki edemediği alanlar olabilir.
Başka bir konu ise Google’ın mahkeme kararıyla bile olsa yasak ve sansür mekanizmasına alışkın olmaması olabilir. Dünya’nın her yerinde yasaklarla karşılaşıyorlar ancak Google’ın böylesi bir güce ve hakimiyete henüz kısa bir süre önce ulaştığını aklımızdan çıkarmamalıyız. Yani Google’ın sansür gibi bazı konulardaki hareket kabiliyetinin ve bununla ilgili davranış alışkanlıklarının yeni yeni oluşuyor olması bizi şaşırtmamalıdır. Aynı zamanda Google, Dünya’nın her yerinde hakim güç olsa da her ülkenin dinamikleri farklıdır ve Google’ın da yerel hatalar yapma haklı saklıdır. Tabi Google’ın Türkiye’den gelen taleplere gerekli hassasiyeti ve samimiyeti gösterdiğini varsayarak böyle bir çıkarımda bulunuyorum.
Sonuç
Yazı boyunca üzerinde durduğum nokta, eleştiri olgusuna nasıl farklı bir gözle bakılabileceği ve Blogspot özelinde taraflara nasıl yaklaşabileceğimizdi. Bu argümanları ve Blogspot özelindeki durumu anlamak için başka bir yazıda bahsedilebilecek diğer bir konu ise internetin kendine has dinamikleri olmalıdır. İnterneti, sosyal medya araçlarını ve tüketicilerin içerik üretimlerini kontrol altına almak ve belli bir düzene sokmak için sansür yolundan ziyade ölçülü özgürlük yolu izlenmelidir diye düşünüyorum. İnternet kullanıcıları sınırsız ve ücretsiz içeriğin (mp3, yazılım, film vb) ne anlama geldiğini ve ona nasıl ulaşması gerektiğini (download, crack, dns vb) biliyor ya da eninde sonunda keşfediyorken, sansür uygulayarak uzun vadede sonuç beklemek pek mantıklı gibi durmuyor.
Özetlemek gerekirse, geçmiş tecrübelerimizden ve kolektif mirasımızdan dolayı Blogspot yasağını “sansürcü zihniyet” kapsamında eleştirmemiz doğaldır ama bu görüşümüz tamamen haklılık payı içermez. Çünkü “sansürcü zihniyet” diyerek özetlediğimiz bu mevzuda, aslında birbirinden farklı öznelerin hataları ya da eksiklikleri vardır. Ayağı yere basan ve değişime davet eden eleştiriler, mahkemelerin onay vermek zorunda olduğu yasakların bir sansür alışkanlığına dönmesine engel olacaktır. Bütün bunların ötesinde, sevinmemiz gereken şey ise Türk internet kullanıcısının DNS’in ne olduğunu bilmeden onu nasıl kullanacağını bilmesidir.
Benim burada eklemek ve sormak istediğim tek şey var aslında: “Digiturk, neden merkezi İstanbul’da olmasına ve sektörlerin kalbinin de İstanbul’da atıyor olmasına rağmen, ya da Adli Yargının kalbinin Ankara’da atıyor olmasın rağmen, davayı Diyarbakır’da açtı?”
Bu sorunun cevabını düşünüyorum dünden beri ve bulamıyorum. Asıl bir yandan tartışılması gereken konu bu bence. Burada yanlış bir şey seziyorum.
@Fatih – ne sezdin acaba, biraz daha acik soyleyebilecek misin Fatih?
Ben icerikten portal saglayicisinin sorumlu tutan kanunu sacma buluyorum; Google’in da tepeden inme kararlari (mesela TC’yi muhatap alarak kimi Blogger’lari engellemesi) uygulamasi son derece korkunc olurdu.
Bu konu aslinda o kadar da zor degil: maclari izlemek, muzikleri dinlemek kamuya acik olmalidir; bunlarin yayimini kisitli tutmak cok fazla pahali bir istir. bunlari finanse etmek icinse bir kamu fonu olusturulur; hangi mac / muzik ne kadar rating alirsa ilgili fondan o kadar para alir.
21. yuzyil’a hosgeldiniz.
DAha önceden blogger aktarmalı sitemizde, blogspot’dan çekme resimlere yasak geldi.
bu resimler toplu halde google.-picassa yardımıyla bilgisayara tek bir klasöre sadece dosyaadları ile indiriliyor.
Ancak. reimlerin blog başvuru adresleri çok karmaşık..
http://1.bp.blogspot.com/_taC/Su_hyXg/s640/myblogspot.JPG
şeklinde adresi olan bir resmi bilgisayarıma FTP gibi bir sistemle Aynı dizin yapısıyla indirip, hostuma aynı klasor yapılanmasıyla aktarsam.
http://manavgathaberi.com/1.bp.blogspot.com/_taC/Su_hyXg/s640/myblogspot.JPG
olsa ve database de bul değiştirle http://1bp.blogspot.com” ları “http://siteadresim.com/1.bp.blogspot.com” yapsam bir dakkada çözüm bulmuş olurum.
sonuçta blogger üyesinin tüm resimleri YAZAR seviyesinde aynı klasörle düzenlenmiş.
bu konuda yardımı dokunacak varsa sevinirim.