Maçkolik.com markasının arkasındaki isim olan Erdem Yurdanur’la Social Media Week’in ikinci gününde “Mobil Sosyal Ağlarda Kullanıcı Deneyimi” isimli panelin ardından sosyal medya, içerik, spor blogları üzerine konuştuk.
Kenan Bölükbaşı: Öncelikle okuyucularımız için kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Erdem Yurdanur: Boğaziçi Bilgisayar mezunuyum. 21 senedir bilgisayar sektöründeyim. Şu aralar Mackolik.com sitesi en popüler markamız. Ayrıca Kokteyl isimli bir yazılım şirketinin ortağı ve yöneticisiyim. Daha çok web ve mobil uygulamalar geliştiriyoruz. Sadece kendi kullanımımız için yazılımlar geliştiriyoruz.
K.B.: Social Media Week gibi organizasyonların sosyal medya için önemi konusunda ne düşünüyorsunuz?
E.Y.: Sosyal medya kavramı Türkiye’de oldukça yeni olmasına rağmen son yıllarda patlama yaptığı için oldukça ilgi görüyor. İnsanları bilinçlendirmek adına güzel bir organizasyon, çünkü insanları adına sosyalleşme deyip kısır bir arkadaş çevresi içinde kalarak bu platformları kullanmanın ötesine geçirmeyi hedefliyor. Ayrıca bu platformların en önemli özelliği uluslararası olabilmeleri. Bugün San Francisco’da neler olup bittiğini oradaki insanlarla aynı anda öğrenme şansımız var.
K.B.: Sizce ülkemizde sosyal medya sektörüne girmeyi hedefleyen genç girişimciler öncelikle yerel pazara mı girmeye çalışmalıdır, yoksa global hedefler mi koymalıdır?
E.Y.: Projenin konusuna, içeriğin ne olduğuna bağlı. Kullanıcı tarafından üretilmiş içeriğe sahip platformlarla başarıya ulaşmak çok kolay değil. Facebook, Twitter gibi firmalar bunu başardı ama onlar gibi binlercesi başaramadı. Konuşmamda da söylediğim gibi önemli olan içeriktir. Projenizin içeriği hangi ölçekte bir kitleyi ilgilendiriyorsa projenizi o ölçekte oluşturmalısınız. Bir Türk girişimci küresel ısınmayla ilgili öyle bir site kurdu ki dünyanın her yerinden insanlar gerçekten o platform üzerinden seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Öte yandan Greenpeace de sosyal medyanın bir parçasıdır. Sosyal medya hep vardı. Girişimcilerin önce bir değer yaratması lazım. Ben E-Tohum’un sponsorlarından biriyim. Bir çok girişimciyi dinliyorum ve görüyorum ki birçoğu internette ve dijital sektörde çok kolay para kazanılıyor zannediyor. Facebook ve Twitter birer istisnadır. Girişimcilerin bu sektörde iş yapmanın kolay olmadığını bilmesi gerekiyor. Ben bu sektördeki en eski girişimcilerden biri olarak çok emek harcadım ama daha yeni yeni biz bunun meyvelerini topluyoruz. “Ben de bir site yapayım ya da bir portal açayım ve hemen insanlar gelsin, reklamlar verilsin” düşüncesiyle sektör yürümüyor.
K.B.: Sosyal medya sektöründe yapılan araştırmalar istatistiki veriler sayesinde sayısal bir sürece dayanıyor ve bu sürecin sonucunda yapılan çıkarımlar şirket stratejilerini belirliyor. Bu duruma genellikle “arz-talep meselesi” olarak bakılıyor. Sizce bu yaklaşım tamamen doğru mudur? Yoksa talebi yönlendirmenin yolları aranmalı mıdır?
E.Y.: Ben radikal biriyim. TV dizilerinin hiçbirini izlemiyorum. TV patronlarına bu dizilerin neden bu kadar niteliksiz ve klişe olduğunu sorun, cevapları “İnsanlar bunu istiyor.” olacaktır. İnsanların bunu istediğini öngörerek insanların beklentilerini de düşük bir düzeye endeksliyorsunuz. Ben TV patronu olsam daha az ama daha nitelikli olan seyirciyi yakalamayı hedeflerim. Kendi sektörümde de zaten bunu yapıyorum. Sırf bu yüzden yıllardır Maçkolik logosunun yanında günün önemini anlatan bir yazı yazıp konunun Wikipedia bağlantısını yayımlıyorum. Sitemize 2 milyon kişi giriyorsa, bu kişilerin birine Shakespeare ile ya da Tolstoy ile ilgili bir şey öğretsem, bu bile önemlidir. Ben de herkes gibi daha fazla izlenmenin yollarını biliyorum. Ama yıllardır bir tane galeri koymadım projelerime. Ben gerçekten insanların daha kaliteli içerik ile yönlendirilebileceğine inanıyorum.
K.B.: Sektörün içinden biri olarak iyi bileceğiniz üzere yazılım geliştirirken yazılımın işlevselliğinin yanı sıra kullanılabilirliği de önemli bir konu. Sosyal medyanın geleceğinde önemli bir yere sahip olan mobil cihazlardaki uygulamaların kullanılabilirliği ile kullanıcıların alışkanlıkları size göre her zaman ortak paydada buluşabiliyor mu?
E.Y.: Üniversitede derslerin birinde yazılım ödevimi bitirdikten sonra hocaya gösterdim. Hoca on parmağıyla klavyeye vurmaya başladı. “Kullanıcı bunu yapamaz mı?” dedi hoca. “Kullanıcı bu şekilde davranırken dahi program çalışmalı”. Bu benim üniversiteden aklımda kalan en büyük derslerden biridir. Cihaza ya da yazılıma en alışık olmayan, dummy denilen kullanıcı hedef alınarak uygulama yazılmalıdır. Ben artık yazılım yapmıyorum ama yapan arkadaşlarıma söylüyorum, kendilerini kullanıcının yerine koyarak yazılım üretmeleri gerekiyor. Kurucusu olduğum Maçkolik’i ben aynı zamanda bir futbolsever olarak da kullanıyorum ve eksik yönlerini anlamaya çalışıyorum. Öte yandan cep telefonları çok çeşitli ve program yazan kişi sayısı çok az. Daha işin çok başında olduğumuzu düşünüyorum.
K.B.: Maçkolik’in kurucusu olduğunuz için popüler futbol blog’larını da takip ediyorsunuzdur. Birçok yeni blogger ile alternatif bir medya oluştuğunu söyleyebilir miyiz? Sizce bu kişiler ana akım medyanın karşısında ya da içinde yer edinebilir mi?
E.Y.: Ülkemizde yaratıcılık konusunda ciddi bir eksiklik var. Genetik sebeplerden değil, eğitim sistemindeki sorunlardan kaynaklanan bir eksiklik. “Başarılı olamıyoruz, kimse bizimle ilgilenmiyor” diyen blog yazarlarının birçoğu önce kendilerini okuyucunun yerine koyup şöyle bir yazdıklarına bakmalı ve “Ben olsam bunu okur muydum?” sorusunu sormalıdır. Aralarından başarılı olabileceklerini düşünenler Twitter gibi sosyal medya araçları ile kendilerini pazarlamayı da ve dolaylı içerik üretmeyi ihmal etmemeliler. Bakın Twitter’daki bazı kullanıcılar New York Times yazarlarından daha fazla okunuyor ve ana akım içinde değiller. Gerçekten güzel yazdığını düşünen spor blog yazarları yazılarını bana da gönderebilirler. Biz Maçkolik olarak onlardan alıntılar yapabiliriz. Belki de kolektif blog oluşumları yaratabiliriz.
Harika bir söyleşi, paylaşım için teşekkürler.
Türkçe dijital ortamdaki içerik eksikliği katıldığım noktalardan birisi ve hep yakınırım. Eğitim sistemindeki eksikliğin yanısıra, Türkiye’de “olagelmemiş” teknolojilerin dayatılmasının veya taklit edilmesinin etkisi olduğuna inanıyorum.
Blogospher’i örnek verecek olursak, batı ve gelişmiş ülkelerde bu mecra bir ihtiyac sonucu doğmuş ve benimsenmiştir, başarısı, batı tüketici kültüründe ardı arkası gelmeyen sonsuz nişlerin kendisini ifade ihtiyacını doldurabilme yeteneğine bağlıdır.
Oysa Türkiye’de durum çok farklı, büyümekte olan fakat hala batıdaki çapa ulaşmamış olan tüketici toplumumuzdaki nişler hala mainstream medyanın kapsamı alanı içinde.
Şu anda yürüttüğüm bir sosyal medya reklam kampanyası için Otomotiv blog arayışı içindeyken birden dellendim de… ondandır bu rant.
İçerik çıtamızı yükseltmek lazım, hadi kimimiz “leet” takılıp istediğimiz bilgiye nasılolsa ingilizce ulaşıyoruz, ama ulaşamayan var. Türkçe dijital ortamda aktif rol alan toplumunun yüzde kaçının Google’da efektif anlamda keywords kullanabildiğini çok merak ediyorum mesela… Yada facefarm’dan çıkmıyorlarmı?
Kaliteli, eğitici, üstünde düşünülmüş, revizyon edilmiş, körsel değil görsel (kör olaydımda bu görselleri görmeyeydim dedirtici, GeoCities kıvamında görsel anlayış), Türkçe içerik bulunca duygusallaşıyorum artık.
Yorum makale olmuş, yaziim mi bi tane :)